18 Ocak 2010 Pazartesi
SUSKUN..!
SUSKUN...!
Hamuş!.. Dedi Mevlana kendisine Hamuş!... Yani Suskun!... Sustuğu yerde açıldı kapılar, önüne serildi ışıltılı kelimeler, kalbi duygular… Hamuş!.. dedi sustu Mevlana… Sustu ve kapandı karanlıklara… Karanlıklara Şems doğdu sonra… Baktı… Gördü… Adına Aşk dedi… Candan özge candan öte olana… Yaprakta tohumu, damlada okyanusu gördü sonra…
Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Sözün bittiği yerde, noktanın konduğu yerde susmuştum bütün kelimelerimi. Anlatmak yormuştu nazenin bedenimi… Anlaşılamamak ise en çok yüreğimi. Sustuğu yerde anlaşılmaktı belli ki bütün derdi…
Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Seni anlatmayan bütün kelimeleri susmuştum. Senle başlamayan bütün cümleleri bir bir bozmuştum. Şems ol da gel karanlıklarıma doğ diye ummuştum… Umutmuşsun!.. Unutmuşum!...
Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Suskunluğum verilene rıza göstermekti… “İyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta” diye başlayan o tekerlemeye eşlik etmekti. İyi ve güzeli sana kötü ve çirkini kendisine seçmişti… Suskunluğun bedeli sadece bu seçimdi…
Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Dün’ü dünde bırakmak adına…”Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”dı. Aşk! Demiştim sonra Aşk!... Aranan bulunmuştu… Beklenen gelmişti… Aşk vardı ve ötesi çoktan unutulmuştu!...
Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Sana da Şems diyecektim belki… Kör kuyulara atılmasaydın bütün karanlığına rağmen görecektin güneşi… Kapattın gözlerini, kestin attın son yanında yeşeren düşlerini… Şems olmak kolay mıydı canı canana teslim etmeden? Kendinden geçmeden aydınlanır mıydı kör karanlıklar, açılır mıydı kilit vurulmuş kapılar…
Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Sonra “ne olursan ol yine gel” demiştim… Önce kendine sonra kendindekine. Kendini bilmekti marifet… Kendini bulmaktı meziyet… Dev aynasında değil, boy aynasında seyretmekti asıl kendini keyfiyet…
15 Ocak 2010 Cuma
ŞEM'İ'NİN FUZULİ GAZELİNE NAZİRE
Şem'i Fuzuli'nin 'Öyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir'adlı gazeline 'Ben beni bilmem neyim dünya nedir'adlı gazeli yazarak nazire yapmıştır.
ŞEM'İ'NİN FUZULİ GAZELİNE NAZİRE
Öyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünyâ nedür
Men kimem sâkî olan kimdür mey û sahbâ nedür
Gerçi cânândan dil-i şeydâ içün kâm isterem
Sorsa cânân bilmezem kâm-ı dil-i şeydâ nedür
Vasldan çün aşık-ı müstâğni eyler bir visal
Aşıka maşukdan her dem bu istiğnâ nedür
Hikmet-i dünyâ vü mâfiha bilen arif degül
Arif oldur bilmeye dünyâ vü mâfiha nedür
Ah u feryâdun Fuzûlî incidübdür âlemi
Ger belâ-yı ışk ile hoşnûd isen gavga nedür
Fuzuli
Ben beni bilmem neyim dünyâ nedir ukbâ nedir
Söyleyen kim söyleten kim aşk nedir sevdâ nedir
Mey nedir sâkî nedir Mecnûn nedir Leylâ nedir
Kimse idrâk eylemez bu alem-i eşyâ nedir
Gül dırahtında kuru feryâd ile kâm isteyen
Ölmeden dostum yoluna tuttuğum dâva nedir
Arayıp gezmektedir pervâne aşkın âteşi
Dosta can vermek muradı bilmez istiğnâ nedir
Takınıp zincir-i aşkı divâne oldunsa eğer
Halkı tâciz eyleyip senden sana şekvâ nedir
Vâkıf oldunsa eğer “kâlû-belâ” esrârına
Maksûdun ancak rızâdır Cennet-i âlâ nedir
Şems gibi izhâr olur her kimde var envâr-ı aşk
Âşikâre yanmalı âşıklara ihfâ nedir
Aşk pazârına fuzûlî kimse basmasın ayak
Şem’i yanmak rif’atın oddan sana pervâ nedir
Şem'i
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)